70 yıllık zifiri karanlığın aydınlatılması, 70 yıldır çiğnenen insanlık onurunun kurtarılması için hatırlatma!
Dersimliler: İnsanlığın suç saydığı her türlü davranıştan uzak durdular. Sadece insana değil, tabiatta canlı olarak kıpırdayan ne varsa olara saygı duydular; hiçbirini incitmemek için ellerinden gelen her türlü özeni gösterdiler. Başlarını gök kubbeye uzatan bin bir kokulu dağlarını, cana can katan pınarlarını her mevsim bir başka renge bürünen tabiatlarını kutsadılar. Emek verdiler; bereketini buldular; aç kalmadılar; açık kalmadılar; muhtaç olanı ortada bırakmadılar. Hiçbir kavmi, hiçbir kimseyi, kılıç zoruyla, topla, tüfekle, tahakküm altına almayı, kendileri gibi inanmaya zorlamayı, akıllarının ucundan geçirmediler. Eğer ki, silah kuşandılarsa, mala, cana, ırza kasteden zorbalara karşı kendilerini savunmak mecburiyetinden kuşandılar. Görevleri, insanlık içinde barışı, insanlar arasında dostluğu, insan sevgisini yüceltmek olan rayberler, dervişler, ozanlar, yetiştirdiler. Kalpleri, gönülleri fethetmek için daima sevginin, aşkın sihirli gücüne güvendiler. Başları dik, gönülleri tok, özgürce, insanca yaşadılar ve hep öyle yaşamak istediler Dersimin Kızılbaş Alevileri.
Dersim, zulmün peçesinden kaçan mazlumu darda bırakmadı. Kapılarını sadece mazlumun izini süren zorbaların suratına kapattı. Bu nedenle kendine sadece dost değil, kanlı zalimleri de düşman kazandı. Seferler düzenlendi. Ağır bedeller ödendi; “Zulmet ki, tahtın yıkıla!” dedi Dersim’in Kamilleri de. Direndiler kadın erke, direndiler yaşlı genç teslim olmadı Dersim. “Dersim’e sefer olur, zafer olmaz dendi” bu yüzden.
Şöyle buyurmuştu bir fermanında insanlığını iktidar hırsına teslim etmiş Osmanlı sultanı Kanuni Süleyman: “Kızılbaş lekesi olanlar hapis iktifa edilmeli, bu gibiler isabetli tedbirlerle elde edilerek habis vücutları ortadan kaldırılmalıdır.”* Çok acı çektirdiler; çok cana kıydılar. Alevi, Hıristiyan, Ezidi, ayrım yapmadılar. Boşunaydı vicdan, merhamet aramak, zayıfı dize getirmeyi, başkalarının emeği ile yaratılana el koymayı, öz be öz kardeşinin varlığını bile kendisi için tehlike saydığından boynunun vurulmasını prensip haline getirmiş bir egemenlik geleneğinde.
Nihayetinde, sömürdükçe oburlaştı “ihtişamlı” imparatorluk; oburlaştıkça yozlaştı; başladı çürüyüp dökülmeye. Ayakta kalabilmek için en son çareyi, kendi gibi zalim, kendi kadar zorba Keiser Almanya’sı ile dünyayı ateşe vermekte aradılar.
Ölüm fermanı kesilmişti 1915’te, Anadolu’nun vefakâr, çalışkan halklarının. Savaşı fırsat, fırsatı ganimet bilen zalimler, talan ettiler masumun yurdunu yuvasını. Kanlı bir tuzağa düşürüldüler Anadolu’nun mazlum halkları (Ermeni, Süryani, Helen, Ezidi). Anadolu Hıristiyanları üzerinde zulmün kol gezdiği kara günlerde, yine Dersimli koştu komşusunun imdadına. Karar verdi Erenler Meclisi, canını kurtarmak için Dersim’e sığınan masumları soykırımcı katillere karşı savunmaya. Paylaştı ekmeğini aşını darda kalanlarla. Seferber oldu Dersimin yiğitleri, kuşandı silahlarını, kendilerine sığınan 30.000 canı Osmanlı egemenlik sahasından çıkararak, Doğu Ermenistan’ın yetkili makamlarına teslim etmeye. Onlar bu çetin sınavdan alınlarının akıyla çıktılar. Bu soylu davranışı, Ermeni halkı daima minnetle anarken, soykırımcı zihniyet de, Dersimlilere bunun bedelini, Anadolu’nun Hıristiyan halklarına uyguladıkları imha yöntemleri ile ödetmenin palanları peşindeydiler.
Mustafa Kemal hükümetinin, Topal Osman ve Kazım Karabekir komutasındaki Koçgiri seferi, bu planın ilk adımı idi. Girdikleri her yerde yine ellerini masumların kanına buladılar. Dersim’in her ne pahasına olursa olsun teslim alınması, o günün koşullarına uygun olmadığı için sadece ileri bir tarihe ertelendi. Çünkü, eski ittihatçı “yeni” Kemalistler için Anadolu’nun, önce Hıristiyan halklardan “arındırılması” çok daha önemliydi.
Her ne kadar kamuoyu, ikinci dünya savaşına saldırgan Faşist iktidarların (Almanya, Japonya, İtalya ve bu devletlerin gizli ve açık müttefikleri) sebep olduklarını bilse de, Hitler gibi bir Nazi’nin, İttihatçılığı ve Kemalizm’i örnek aldığından yeteri kadar haberdar değildir. “Yurtta sulh, cihanda sulh“ sloganı, Türkiye Cumhuriyetinin “komünist tehlike” önüne bir engel olarak dikilmesinden sonra, batılı büyük güçler için kullanılan içi boş bir söylemden ibaretti. TC için ne egemenliği atındaki halklarla, nede komşu halklarla “sulh”, hiçbir zaman mümkün olmadı. Ne ülke içinde nede komşu ülkelerle görünür ve görünmez savaş hali hiç ortadan kalkmamdı. Gerek Antakya’nın, gerekse Kuzey Kıbrıs’ın ilhakı, Ermenistan sınır kapılarının 20 yıla yakın bir süredir kapalı tutulması ve bu günde Güney Kürdistan için gündemde olan ilhak planları, TC “sulh” politikasının somut örnekleridir. TC’nin temeli bir halklar mezarlığı olduğu kadar, 74 yıllık icraatı da bir halklar hapis hanesi olma özelliğinden hiçbir şey kaybetmedi. Türk olmayan halkların zoraki asimilasyonu, hakları için direnenlerin imhası, hiçbir dönem uygulamadan kaldırılmadı. 1915 soykırımının devamı olarak Dersim harekâtı da, enine boyuna düşünülüp planlanarak uygulamaya konuldu. Bu harekât, çocuk, kadın, yaşlı, genç ayrımı yapmaksızın Dersim halkının bir bölümünün imhası ile sonuçlandı. Katliamın sonrasında uygulamaya konan program da (ana dilleri Zazacanın, Kurmancinin yasaklanması, toplu sürgünler, çocukların ailelerden koparılıp, kışla disiplini yatılı okullarda asimle edilmeleri, bölgenin cami ve kuran kurları ile donatımı vs.) bir soykırımın bütün özelliklerini içinde taşıdı.
Dersim halkı bir türlü bilincinden atamadı bu vahşetin acısını. Görgü tanıkları, kuşaktan kuşağa yüzlerce, binlerce kez aktardı şahit olduğu insanlık suçlarını. Hiç şüphesiz, sırf onlar değildi vahşetin tanıkları. Bu konuda sadece N.Fazıl Kısakürek’in aldığı haberleri ve o dönemin emniyet müdürü olarak Seyit Rıza’nın katledilmesinde önemli bir rol oynayan İhsan Sabri Çağlayangil’in anlatımları kamuoyuna yansıdı. Ne TKP, nede kendini devrimci, ilerici olarak tanıtan patilerin hiç biri, vahşeti mahkûm etme gereği duymadılar. Hem tanık hem fail olan on binleri (asker ve sivil görevliler) henüz kimse dinleyip kayda geçmedi. Hal bu ki, insanlığa karşı işlenen suçların bilince çıkarılıp kamu vicdanında mahkûm edilmesinde, sadece kurbanların değil, faillerin ve alet olanların, ifadeleri de önemli bir yer tutar. Bu açıklamanın çerçevesi, “öteki” tanıklardan sadece ikisinin anılarının birer özetine yer vermemize olanak tanımaktadır.
Birinci tanık, Şerefli Koçhisar’ın Demircili köyünden Kazım Yavuz, harekâtın süresi boyunca Dersim’de asker: “Oluk gibi kan akıtıldı, her taraf cesetlerle doldu.” diye başlardı söze. “Sağ kalanları sığınaklardan, mağaralardan, ormanların içinden topladık. Esir almak yasaktı. Defnedilecekleri çukurları kendilerine kazdırdıktan sonra, kadın, erkek, yaşlı, çocuk tümünü tek sıra halinde çukurların kenarına dizerdik. Sonra süngüler takılıp emir verildi mi, bir feryat bir inilti kaplardı her tarafı. Hiç biri Türkçe bilmezdi. Süngüyü vurduğum zaman, kurbanda boğazlanan öküzler gibi böğürüyorlardı.” – “Ama Kazım emmi sende hiç mi Allah korkusu yoktu, çocuklara nasıl kıydın?” diyenlere, “Olur mu olum, emir verildi, sona düşman düşmandır. Böyü, güççü olmaz. Yarın böyür gene karşına dikilir” derdi. Elleri kanlı veda etti dünyaya.
İkinci tanık, soyadını henüz öğrenemediğimiz Eskişehir’de demir yolu işçiliği yapmış Bilecikli Mustafa Amca, harekâtın süresi boyunca Dersim’de makineli tüfek kullanan bir asker: “Çarpışma bitti, ortalıkta askerden başka canlı namına bir şey gözükmüyordu. Saklananların aranmasına geçildi. Bir mağara tespit edildikten sonra içine gaz ve el bombaları atıldı. Korku ve dehşet içinde çocukları ile birlikte bir aile (anne, baba, en büyükleri 9 – 10 yaşlarında 3 kız, 2 oğlan) dışarı çıkarıldı. Esir almak yasaktı. Hemen yedisi de bir tümseğin üzerine dizildi ve komutan makinelinin başına geçmemi emretti. Çok yakın mesafede olduğum için o çocukların üzüm karası gözlerle bana bakışları, sanki beni can evimden vurdu. ‚-Onlar esir, yapamam komutanım!’ dedim. -,Emrediyorum!’ dedi komutan. -,O zaman beni de onların yanına dikin ve siz geçin makinelinin başına!’ diyerek ellerimi yüzüme kapattım. Sarf edilen küfürlerin hiçbirini duymak istemedi kulaklarım. Onları öldürmek için gönüllüler zaten sıradaydı. Utandım insanlığımdan. O çocukların bakışları hiçbir zaman haylimden çıkmadı.”
Böyle katledildi Dersimliler! Kapat ellerini yüzüne ey insanlık!