Sizi ilgilendirmez. Bu sorunu tartışmak sizin işiniz değil. Tartışmak ve problem istiyorsanız, Kürtleri fırınlarda yakan ve hala Türk ordusunda subay ve general olan katillerin psikolojisini inceleyin. Kürtleri asit kuyularında yok eden vahşetin uyguluyucuları, yüzbinlerce Kürdün katlini gerçekleştiren katil sürüleri ve milyonlarca insanı işkence eden işkence ordularını tartışın.
Bu mel’un olay, Kürtlere saldırı vesilesi yapıldı. Kürt olan herşeye saldırdılar. Ne töre, ne aşiret, ne de gelenek bıraktılar.
Türk devleti denilen ucube kurulduktan beri, bu soysuz saldırıları devam ediyor. Bir saniye bile ara vermeden. Bir gün bir kızın öldürülmesi, diğer gün iki köy arasındaki kavga, diğer gün arazi ihtilafi bu saldırıların bahanesi olarak kullanıldı. Hiçbir şey olmadığı zaman da uydurma resimler ile sağ gömülen kadın haberleri ile Kürt milletine saldırdılar.
Meydana gelen olay vahşi bir kazadır. Kürt toplumunun töre, gelenek ve toplum yapısına terstir. İki aşiret arasındaki, onlarca erkeğin öldürüldüğü bir kavga’yı durdurmak için, bir kadın’ın başındaki kefiyeyi çıkaraması yetiyordu. Kürtler kadınlara ve çocuklara değer veriyor. Onun için bu olayı Kürt törelerine mal etmek, Kürtlere saldırı aracı yapmak soysuzluktur.
Bu derin analizleri yapan ve aşırı humaniter, aşırı medeni beyefendi ve hanfendiler’in hangi vahşetin ürünü olduklarını biliyoruz. Hangi vahşetin ortakları ve failleri olduklarını biliyoruz.
Kürdistan yakılıp yıkılırken bunlar askeri helikopterler ile dolaşıyor ve ve vahşet medyasına haber yetiştiriyordu. Türk ordusu tanklarının paletleri altında ezilen Kürt çocuklarının çığlıklarının duyulmaması için ellerinden gelen herşeyi yaptılar.
Bu medya ve şimdiki yazar çizer takımı, büyük bir kısmı ile; Kürdistan’daki katliam ve vahşet uygulamasının birinci elden sorumlusudur. Bu medya Türk devleti medyasıdır ve devletin işlediği suçların ortağıdır.
Ama gerçekten tartışmak istiyorsanız tartışılacak çok ama çok psikolojik ve psiko-sosyolojik olay var.
İnsan hakları ve işkence ile ilgilenen Avrupalı bir politikacı, 1987 yılında Türkiye’ye yaptığı bir ziyaretten sonra; katıldığı bir televizyon programında, şimdiye kadar (1980-1987) 1 milyonun üzerinde insan işkenceden geçirilmiştir demişti.
Kürdistan’da ise esas işkence ve katliamların 1987 sonrasında başladığı biliniyor. 1987-2002 yılları arasında en azından 2 milyon insan işkenceden geçirilmiştir—Benim tahminim 5 milyondan çok çok fazladır. 2002 yılına kadar, Kürdistan’da işkence görmemiş insan hemen hemen yoktur—Bu da her yıl 133 000 kişi eder.
Her yıl 133 000 insanı işkenceden geçirmek için ne kadar işkenceci gerekiyor?
Eğer her işkenceci günde üç kişiyi işkence etmişse bu hergün 120 işkenceci demektir.
Yani Türk devletinin bir işkenceciler ordusu vardır. Bu işkencecilerin çocukları, babaları, anneleri vardır. Arkadaş ve dostları vardır. Halbuki Türkiye’de ittirafçı olmuş işkenceci, katil sayısı parmak ile sayılacak kadar azdır.
Diğerleri Türk toplumu içerisinde gayet rahat yaşıyor. Toplumun saygın insanları arasında sayılıyor.
Bir de Kürdistan’da görev yapmış ve yapan subay, asker, polis, emniyet ve istihbarat görevlileri vardır. Bunların hemen hemen tümü, şu veya bu şekilde işkence ve insan öldürme olaylarına fiilen katılmış veya neden olmuştur.
Bu ne demektir?
Bu Türk toplumu denilen şeyin çok önemli bir kısmının işkenceci, katil, tetikçi, Kürtleri fırınlarda yakan, asit kuyularında yok eden vahşi katillerin çocuğu, kardeşi, babası, karısı, akrabası olduğu anlamına gelir.
Eğer sosyo-psikoanaliz yapmak gerekirse önce bunları, daha doğrusu kendinizi analiz edin.
Önce kendinizi, akraba ve dostlarınızı sorgulayın. Bunlar işkenceci, katil değil mi? Bunlar Kürdistan’da görev yaptılar mı? Eğer yaptılar ise, orada ne yaptılar?
Bunları tartışmaz ve suçunuzu ittiraf etmezseniz, hiçbir söylediğinizin zerre kiymeti olmaz.
Mesela Ertuğrul Özkök’ün—Doğan Medya’nın şefi olduğu için örnek veriyorum— tutumuna bakalım. Evvelki gün yazdığı yazısında, kendisini öldürülen Sevgi adlı kızın yerine koymuş ve güya onun düşüncelerini dile getirmişti.
Aynı Ertuğrul Özkök’ün beş yıl önce de yazdığı bir yazısı var. O zaman da magdur olan bir Kürt kadını idi. Ama Ertuğrul Özkök o zaman tecavüzcü’leri savunmuştu. Çünkü tecavüzcüler Türk ordusu subayı ve askeri idi.
Yıldırım Türker, 13-10-2003 tarihinde “Tecavüzcü sürüsü” başlıklı makalesinde, 1993 yılında Türk asker ve subaylarının bir Kürt kadınını ve annesine tecavüz meselesinin Türkiye ve daha sonra Avrupa mahkemelerindeki gelişmesini anlatmıştı. Olayın nasıl geliştiği ve tecavüze uğrayan kadının mahkemelerde anlattıklarını yazmıştı.
Ertesi gün, 14-10-2003 tarihinde, Ertuğrul Özkök yazısında, Yıldırım Türker’e küfür ediyor, esas tecavüzcünün kendisi olduğunu yazıyor ve Yıldırım Türker’e haddini bildiriyordu.
Şimdi aynı Ertuğrul Özkök, kadın hakları savunucusu ve Kürtlerin törelerini eleştiren humaniura kişi olarak karşımızda.
Ya da askerin pislik temizleyicisi ve tetikçisi, askeri helikopter ile operasyonlara katılan, eğer aynı köy olmzsa da, aynı yörede operasyonlara kataılan, Savaş Ay’ın şimdi de olayın meydana geldiği yere ‘insan’ olarak gitmesi mümkün mü? Fatih Altaylı ve benzeri onlar ve yüzlerce yazar çizer, şimdi güya Kürt’lerin zarar görmesine karşıymış.
Hepsi yalan. Yalan. Yalan. Yalan.
Kürdistan’ın yakılmasına benzin taşıyan bu kişiler, şimdi de Kürtlerin kurtarcısı rolünü oynamak çabasındalar.
Bu kabul edilemez ve bu takımın söylediği, yazdığı hiçbir şeyin zerre değeri yok.