Osmanlı savaştığı ve yenilgiye uğrattığı ülkeleri talan eder, bununla hazinesini doldururdu. Bunun yanı sıra, özellikle Hıristiyan halkların erkeklerini acımasızca kılıçtan geçirir, güzel kız ve kadınlarını alıp haremine kapatır, erkek çocuklarına da el koyup bunları küçük yaştan itibaren asker olarak eğitir ve bununla Yeniçeri ordusunu kurardı. Bu orduyu yine bu halklarla savaşmaya, onların direnişlerini bastırmaya ve yeni fetihlere gönderirdi... Böylece “kahraman” yeniçeriler, bilerek bilmeyerek, anavatanlarını çiğner, bağrından çıktıkları insanları kılıçtan geçirirlerdi...
Osmanlı bunun yanı sıra, yönettiği tüm halkların zeki ve yetenekli çocoklarını Enderun’da eğitip kapıkulu haline getirir ve onlarla bu halkları yönetirdi. Sivas’lı ve Alevi-Kürt kökenli Hızır Paşa bunun ünlü örneğidir. Osmanlı onu çocuk yaşta alıp kendi kapıkuluna çevirdikten sonra Sivas’a vali yaptı ve Pir Sultan ve yaranlarını ezip darağacına çekme rolünü de ona verdi...
Osmanlı mirasçısı TC’de de bu türden Hızır paşalar az değildir. Onları bazen Ordu’nun üst kademelerinde, bazen ordunun brifinglerine katılan, generallerin önünde çocuklar gibi dizilip ders alan Yargıtay ve Danıştay’ın “yüksek” yargıçları arasında, bazen aynı türden “prof” efendiler arasında görüyoruz...
Kürdü ve Türkü, Alevisi ve Sünnisi ile yoksul ve emekçi halk, bu ülkenin insanının yüzde doksanı ne zaman bu oyunun farkına varır, efendilerin çıkarı için nasıl aldatıldığını, birbirine kırdırıldığını, kurban edildiğini anlar ve “Bir çocuğum şehit oldu, daha geride şu kadar çocuğum var, onlar da vatana feda olsun!” türünden aptalca ve kölece laflar etmekten kurtulur, bu oyuna tepki gösterir, kendi çocuklarının hayatına sahip çıkarsa, işte o zaman bu kirli savaş son bulacak, bu ülkeye barış ve özgürlük gelecektir... O zaman “vatan” gerçekten üzerinde yaşamaya değer olacaktır.