Bu bir soykırımıdır. Kimse farklı anlam ve ayrıntılara boğulmuş bir bulanıklık yaratmasın. Bu bir soy kırımıdır. Ermeniler ırk olarak, millet olarak yok edilmek istenmiştir. Sadece onlar mı? Hayır, Anadolu’nun gerçek yerlileri, Anadolu coğrafyası topraklarını yaşama ilk kez açan, onu gerçek bir vatanı haline dönüştüren ve uygarlıkları tüm insanlığa ışık saçan milletler yok edilmek istenmiştir. Ermeniler, Rumlar, Kürtler, Araplar ve diğer ulusal topluluklar, insafsız, pervasız ve gayri ahlaki tarzda varlıkları yok edilmek istenmiştir. 24 Nisanı bu açıdan kavramadıkça bu topraklarda kimse huzur beklemesin. Bu topraklara sonradan gelmiş ama bir türlü ortak yaşam arzusunu gösterecek uygarlığa ulaşamamış olanlar var. Sorun, bilinçaltında anavatansızlık takıntısında gerçek yerlileri yok ederek bu toprakları anavatan edinebilme histerisidir. Tek boyutlu yaklaşımların da kökeni buradadır ; tek bayrak, tek devlet, tek marş, tek dil bu kompleksin onarılması güç tecellisidir.
Bu topraklar hepimizin ortak ülkesidir. Barış içinde yaşamak için birimizin değil hepimizin ortak vatanında siyasal, sosyal, ekonomik kültürel yaşamı ilgilendiren her alanda anayasal güvencelerle, kurum ve kanunlarla korunmuş bir ortak ifademizin egemen olduğu demokratik bir devlet çatısı gerekmektedir. Özgürlüğümüzün gerçekçi garantörleri olmadan, bu Osmanlı artığı akılla daha çok ölüm ve savaşa tanıklık yapacağız. Ancak her defasında bize dayatılan bu ölüm denklemi, hiç bir zaman bu aklı, bu toprakların tek sahibi yapamayacaktır.
****
Ermeniler, kendi uygarlık katkılarıyla Anadolu’ya renk katan, bölgemizin en eski uluslarından olup, ”katli vaciptir” denilerek yurtları yakılmış, eski çağların bile tanık olmadığı bir vahşetle toptan sürgüne mecbur edilerek, 1,5 milyon insanı katledilmiştir; sürgünde ayakları telef olan uygar insanlar, Aziz Paşa’dan ayakkabı talep edince, “Rahat yürüsünler diye bunlara ayakkabı giydirin” diyerek verdiği emirle, “ayaklarına at nalı çakılmıştır”. Aç çocuklara, yüksekten sarkıtılmış ipe bağlı ekmekle, tavşan kaç tazı tut oyunu oynayarak işkence yapan, “su içerken yılan bile dokunmaz” erdemini ayaklar altına alarak, susuzluktan yerdeki su birikintisine yüzü koyun uzanıp su içen insanları topluca kurşuna dizen bir vahşet yaşanmıştır. Dünya kamuoyunca tüm çirkefliğiyle bilinen bu katliamın Osmanlı sorumluluğunda olmasına karşın, TC. dahi bu kirli mirası reddetmeye yanaşmamış, Osmanlıyı savunmuştur; Maktulleri, katil ilan ederek saldırıya geçmiştir. Gerçekler sürekli inkar edilerek, yadsımaya dayalı bir düşünce sistematiği kurulmuştur. “Resmi tarih” diye ünlenen tezler, inkarların tarihi olarak topluma dayatılmıştır.
19. yy sonlarından başlayarak, Katolik ve Gregoryan (Ortodoks) diyerek birbirlerine kırdırılan, tenkil ve sürgünlerle, mal mülklerine el konularak baskı altında tutulan Ermenilere yönelik soy kırımı, I Dünya savaşının, malum bol bahaneleri altında girişilmiştir (24 Nisan 1915). Savaş sırasında, önce Ermeni gençlerinin Askere alınarak silahsız bırakılması ve ardından toplu tasfiyelerin yapılması, geride kalan Ermeni halkının Tenkil ve sürgünlerine geçilmesi. Bu konuda talimatların dakik bir biçimde, en yetkili resmi merciler tarafından istenip, izlenmesi.
O dönemin Sadrazamı (Başbakanı) Talat Paşa’nın, başından itibaren olayları, dikkatlice takibi, emirler vermesi, istatistik tutması (iskan edecekleri yerde dahi nüfusa göre oranlarının %5 geçmeyecek düzeyde tutulmaları talimatları da dahil) ve bunun en ince ayrıntısına kadar yazılı özel notlarla tescili, Ermenilere reva görülen her şeyin, planlı bir tarzda icra edildiğini göstermeye yeterlidir (Ermeni tehciriyle ilgili Talat Paşa’nın tutanakları için bkz. Murat Bardakçı, Hürriyet gazetesi, 24 Nisan 2006’dan itibaren yayınlanan dizi) Bu, Ermenilere ilişkin, adına ne konulursa konulsun, yapılacak olanların önceden planlanmış eylemler olduğunu gösterir.
Bundan sonra, sonuçlara bakılarak, yapılanlara verilecek ad, tanımlamaya geçilir.*Böylesine planlı ve en ince ayrıntısına kadar takip edilmiş ve bir etnik topluluğa yönelen, sonuçta en iyimser tahminlerle, el yazması tutanaklardaki rakamlarla bir milyon (1000 000) üzerinde Ermenin ölümüne yol açan, kimi şehirlerde nüfusu yüz binlerden sıfıra indiren, çoluk çocuk on binlerce canın etnik yapısını değiştirmek için farklı etnik toplumlara dağıtan, topraklara el koyan, binalarını yıkan, her türden maddi ve canlı servetine el koyup katleden girişimlere, soy kırımından başka bir ad verilemeyeceği görülür. Bu bir soykırımdır.
Osmanlıdan, cumhuriyete süre gelen bu aklın, daha uzun süre yürürlükte olma tehlikesi tüm çıplaklığıyla kendini göstermektedir. Tarihimizle cesurca yüzleşmeden bu aklı toplumsal işlevlerimizden ve geleceğe ilişkin yaşam planlarımızdan söküp atmak güç gibi duruyor. Bkz. "[ Linkleri görebilmeniz için üye olmanız gerekmektedir. Buraya Tıklayın ve üye olun...] –Mihrac Ural"
Sıranın kendisine gelmeyeceğini sananların dikkatine, bu vatanın birimize değil, hepimize ait olduğunu bir kez daha, bin kez daha yeniden birbirimize kanıtlamakla yükümlü olduğunuzu artık anlamak zorundasınız.
Bilmelisiniz ki, farklılıkları içselleştirmek, onlarla barış içinde yaşamayı fiilen gösterip, haklarını anayasal ve kurumsal güvencelerle kökleştirmek ertelenmez bir görev haline gelmiştir, bu yapılmadıkça bu vatanın hepimize ait olduğuna kimseyi inandıramazsınız. Mümkünü, imkansız hale getirmeye devam ederseniz, sizi biz farklılar, ayrı varlıklar bile kurtaramaz. Bunun vebali, Hrant Dink’in katline yol açan akıl sistematiğinin kıyımına tek tek ve topluca maruz kalmaktır bilesiniz.